23 Aralık 2008 Salı

Geri döndüm

Günlerden aylardan sonra ilk kez bugün blog'uma girdim, bir ziyaretçi gibi... Yazılarımı okudum, fotoğraflara baktım, heyecanlandım. Yazmayı ne kadar özlediğimi farkettim, blog'umu ne kadar özlediğimi, kendimi ne kadar özlediğimi...

Evet insan çok yoğun çalışabilir, uzuun süre ara verdikten sonra bu kadar yoğun çalışmaya başlayınca e biraz şoka da uğrayabilir. Ama zamanla buna alışır, öyle değil mi? Biri öyle olduğunu söylesin lütfen. Başka türlü, nası yani?!

Neyse, sonuç olarak geri döndüümm :) Kocaman bir CIAAOOO!

Peki bu arada neler oldu?

Mesela Napoli’deki çöp krizi bitti mi? Bilmiyorum :) Bilen varsa bana da söylesin.

Mesela Michelangelo nihayet blogumu okudu mu?! Evet :)
Peki yapıp verdiği düzeltmeleri ben okudum mu? Hayır! :P :)

Mesela blogumdan beni bulup, iş teklif edenler oldu mu? Evet, valla oldu! Süper di mi?

Mesela anlamsız(ötesi) bir İtalyan filmi izledim mi? Evet izledim: “Scusa Ma Ti Chiamo Amore” (Adından bile belli :) Ne işim vardı bu filmdeee?????? İtalya’yı İtalyanca’yı seviyorum falan ama bu kadar da değil yani!)

Mesela İtalyanca bir kitap okudum mu? Hayır! Şaka mı yapıyosunuz, gazete bile okumaya vaktim olmadı diyorum!

Mesela Paolo Conte yeni bir albüm çıkarttı mı? Evet: “Psiche” (Nasıl okunduğunu sormayın, ben de bilmiyorum :))
Ve bi hafta sonu kaçamak yapıp Paolo Conte’nin konserlerinden birine gidebilir miyim ki? Neden olmasın?!! Hemen heyacanlanmaya başliym o zaman! :)

Başkaaa...


Mesela İstanbul’da koca bir hafta boyunca İtalyan Filmleri Festivali oldu ve ben filmlerden sadece birini mi görebildim? :( Evet, maalesef... Ama olsun en azından gala filmiydi (Tutta La Vita Davanti)
Ve İTALYAN Kültür Merkezi’nde, İTALYAN Filmleri Festivali’nin galasında ikram edilen şarap SEVİLEN miydi? Evet :)
Galada Serra Yılmaz’ı gördüm mü? Evet :)
Peki altyazıları görebildim mi? Hayır? :(
Peki bu sorun oldu mu? Hayır :)

Peki geçen hafta Güney Afrika’da mıydım? Eveeetttt!!!!!!!!! Konumuzla alakası yok. Canım istedi yazdım. Blog benim blog'um deyil mi? :)

Çok gülücüklü bir yazı oldu. En azından benim için.
Yakında tekrar görüşmek üzere...



***************************************

Sono ritornata


Oggi, dopo qualche mese, ho fatto un giro nel mio blog. Ho letto i post, ho guardato le foto e sono stata animata. Mi sono accorta quanto mi manca scrivere, quanto mi manca il mio blog e quanto mi manco io...

Si', uno puo' lavorare troppo. Dopo una lungissima pausa, puo sentirsi anche un po' scioccato di questo impegno. Pero, si abitua con tempo a questo ritmo, no? Qualcuno lo affermi per favore! Altrimenti, come yani???

Comunque, finalmente sono tornata! :) Un CIAOONE!

Allora, che cosa e' successo nel frattempo?

Per esempio, e' stata finita la crisi dei rifiuti a Napoli? Non lo so. Che ne so? Chi lo sa?? :)

Per esempio, ha letto Michelangelo finalmente il mio blog? Si' :)
Ho letto io, le sue correzioni? No! :P :)

Per esempio, c'e' stata qualche persona che mi ha trovato sul mio blog e mi ha offerto collaborazione? Siiii! :) Che bello, no?

Per esempio, ho visto un film italiano stupito (ancora peggio)? Purtroppo si': “Scusa Ma Ti Chiamo Amore” (Diceva tutto il titolo da solo. Ma perche sono andata a vederlo??? :) Mi piace Italia, italiano, va bene. Ma cosi tanto? Noo!!!)

Per esempio, ho letto qualche libro italiano? No! Scherzate? Non avevo il tempo neanche per i giornali!

Per esempio, e' uscito il nuovo album di Paolo Conte? Si': “Psiche” (Non so neanche io come da pronunciarlo :))
Ed e' possibile che vada io ad un concerto di Paolo Conte, una fine-settimana questo inverno? Perche no?!! Allora, comincio subito ad emozionarmi :)

Altre cose...?

Per esempio, c'era il Festival di Cinema Italiano ed un sacco di film italiani a İstanbul per una settimana, ed io ho potuto vederne solamente uno? :( Si', purtroppo... Ma almeno, era il film di gala. (Tutta La Vita Davanti, di Virzi)

Ed era SEVILEN, il vino che servivono all'Istituto ITALIANO di Cultura, alla gala di Festival di Cinema ITALIANO? Si' :)
Ho visto Serra Yılmaz li alla gala? Si' :)
Sono riuscita a vedere i sottotitoli? No! :(
E' stato un problema non vederli? No! :)

Ero a Sudafrica la settimana scorsa? Si'!!!!!!!!!!!!
Non centra niente. Ho voluto scriverlo, e basta. E' il blog mio, no? :)

E' stato un testo pieno di sorrisi questo. Almeno per me.
A presto...
*

2 Eylül 2008 Salı

Cremeria Milano

İtalyan dondurmasının meşhuru, aslında Romalı olanıdır biliyorsunuz. Ama günün birinde Milano’dan çıkar gelir bi dondurma işte, böyle Roma’ymış, Kahramanmaraş’mış falan hepsini unutturur size!

Neden mi bahsediyorum? Hayatımda yediğim en güzel çikolatalı dondurmayı yapan Cremeria Milano’dan... Bu kutsal mekan, Galatasaray’dan Tünel’e doğru giderken sağda, İstiklal Caddesi üzerinde yer alıyor ve rengarenk, çeşit çeşit dondurmalarıyla tüm dondurma düşkünlerini (hatta olmayanları bile) mıknatıs gibi kendine çekiyor.

Cremeria Milano, İtalyan usulu dondurmanın İstanbul’daki -bence- tek adresi. Ayrıca dondurması, İtalya’da yediğim dondurmaların hepsinden daha güzel neredeyse (Aaa, Roma'daki Giolitti hariç tabii!) Yani utanmasam, İtalya’nın en güzel dondurması İstanbul’da satılıyor diyicem! :)))

Dükkanın sahibi duyduğum kadarıyla birkaç yıl önce gezmek için İstanbul’a gelmiş ve İstiklal Caddesi’ndeki potansiyeli görünce dondurma zincirinin bir halkasını da buraya açmaya karar vermiş. Ne iyi etmiş!


Bağımlı olmanız için bir kez denemeniz yeterli. Çeşitler gerçekten çeşit çeşit :) Öyle sıradan şeyler de değiller. Ne biliym, nutella’lı var mesela, baileys’li, tiramisu’lu, çikolata parçacıklarıyla dolu naneli... Dondurmalar krema kıvamında, ama fazla yağlı değil, fazla şekerli değil, hiç bir şeyleri fazla değil. Herşey gerçekten tam kıvamında. Meyveliler ise, meyveli dondurma değil de dondurulmuş meyve tadındalar! Nefis, ferahlatıcı...

Biz, her Beyoğlu seferimizin başında sonunda bir yerlerde mutlaka Cremeria Milano’ya uğruyoruz. Başta kızım olmak üzere herkes elindeki dondurmayı hızlıca bitirip, diğerininkine sulanmaya çalışıyor. Mekandan, ortamdan fazla birşey beklemeyin, zaten dondurmayı yerken hiç umrunuzda olmayacak emin olun.

Yaz bitmeden hemen gidin.
Yaz bitince de gidin.
Hep gidin!

Ve hangisinden yesem acaba diye kara kara düşünürken kulaklarımı çınlatın! Ya da düşünmeyin, önce çikolatalıyı deneyin (mmmhh!) sonra her gittiğinizde başka birini...

**********************

Cremeria Milano

Si sa che il gelato famoso d’italia e’ quello romano. Ma un giorno, ad un tratto, e' arrivato un gelato da Milano che ci ha fatto dimenticare totalmente quello gelato famoso di Roma, e di Kahramanmaras e anche tutto il resto.

Di che cosa parlo? Parlo di Cremeria Milano che fa il gelato al cioccolato piu' buono che io abbia mangiato. Questo posto sacro che attira tutti gli appassionati di gelato come una magnete con i gelati vari e colorosi, e' situato a destra sull’İstiklal camminando da Galatasaray verso Tünel.

Cremeria Milano e’ l’indirizzo unico -per me- di gelato italiano a İstanbul. Inoltre, il gelato e’ piu’ buono degli altri gelati che ho mangiato in Italia (Escluso Giolitti a Roma!). Cioe’, esagerando posso dire che il gelato piu’ buono d’Italia si trova a İstanbul!!! :)))

La padrone di questa gelateria e' venuta ad İstanbul per la vacanza, alcuni anni fa. Vedendo la potenziale d’İstiklal, ha deciso di aprire una gelateria anche qui. Che bella decisione, no?!

Una volta basta per diventare dipendente. I gelati sono veramente vari e non sono ordinari. Che ne so? C’e’ gelato con nutella per esempio... baileys, tiramisu, gelato alla menta con pezzi di cioccolato... Sono cremosi, ma non sono troppo dolci o troppo grassi... Tutto sta bene. Sorbetti di frutta sono piu' come i frutti gelati, che i gelati ai frutti. Freschi, buonissimi...

Noi, ogni volta ci stiamo sull’İstiklal, ci fermiamo a Cremeria Milano per sicuro. L’interno, l’ambiente non e' cosi impressante. Ma io sono sicura che non velo accorgerete mangiando il gelato.

Andate a Cremeria Milano prima che finisca l’estate.
Andate li anche dopo l’estate.
Andate li sempre!












12 Ağustos 2008 Salı

Mükemmel Bir Gün


Sizin hiç mükemmel bir gününüz oldu mu? Olmadıysa gidin hemen bi tane alın! Artık satılıyor. :)

Doğan Kitapçılık, birkaç gün önce “Mükemmel Bir Gün” adlı bir roman yayımladı. (Ayy! Güzelim yayınlamak, ne diye gittin yayımlamak oldun yaa?) Peki, ödüllü İtalyan yazar Melania G. Mazzucco tarafından 3 yıl önce yazılmış olan bu roman, neden Türkiye’de şimdi yayımlandı? Ve neden şimdi ben size bu kitabı tanıtıyorum?

Çünkü Ferzan Özpetek’in Ağustos sonunda Venedik Film Festivali’nde yarışacak olan son filmi Mükemmel bir Gün, bu romandan uyarlanmış. Ferzan Özpetek ilk kez, senaryosu kendine ait olmayan bir film çekmiş. Yani o kadar beğenmiş bu romanı! Merak ettiniz değil mi? Hemen bi fikir edinelim o zaman bakalım, bu roman nasıl bişeymiş? Konu, tarz vs. neymiş?

Kitabın internet sitesinden:

"Bir Mayıs gecesi Roma... Polis, Carlo Alberto Sokağı’nda bir eve baskın yapmak üzere: Birileri silah sesleri ve imdat çığlıkları duymuş. Belki yanlış bir ihbar, belki de korkunç bir cinayet. Bir grup insan, bizi olaylarla dolu bir güne götürüyor, diğer günlerden çok da farklı görünmeyen... Dakika dakika izleyeceğiniz, 24 saatlik bir geri dönüş bu.

Camilla 7 yaşına basıyor. Zero ilk bombalama eylemini gerçekleştiriyor. Emma işini kaybediyor. Elio, seçim mitinginde yanlış metni okuyor. Valentina göbeğine piercing yaptırıyor. Maja hayallerindeki evi buluyor, Kevin ise beklenmedik bir şekilde gelecekteki eşini... Sasha ve sevgilisi 10. yıldönümlerini kutluyorlar. Antonio karısını son kez görüyor. Ve bir kişi, tabancasına bir tanesi namluda, 7 mermi dolduruyor. Çılgın ve şaşıtıcı Roma şehrinde onların yolları kesişirken, gerilim giderek artıyor. Bu insanların hayatları paramparça olmaya mahkum gibi görünüyor. Ama küçücük bir hareket, tek bir söz, gidişatı etkileyebilir ve sonucu tamamen değiştirebilir.

Soluk soluğa okunan bir roman, ironi ve merhametle dolu sosyal bir tablo, bir milletin fotoğrafı, günümüz büyük kentinde sıradan bir günde yaşananlar, bizi çevreleyen gerçeğin derinliğine dalış. Aşk ve hayal kırıklığının öyküsü, okul ve iş hayatının... Bir baş sayfa haberi, karanlık ve üzücü bir olay... Ama herşeyden öte, bir ailenin anatomisi: gençler ve çocuklar, erkekler ve kadınlar, anneler ve babalar, oğullar ve kızlar – bir evlilikten sahneler, iyisinde de kötüsünde de kendimizi bulacağımız...

"Vita"nın başarısının ardından, Melania Mazzucco ilk kez günümüz sınırlarından içeri giriyor. Hikaye evreninde gerçekliğin kanıtlarını sunarak ve zihinlerde kalıcı olmaya mahkum karakterler yaratarak, az rastanır edebi bir derinliğin yazarı olduğunu ispatlıyor."

Siz de benim gibi bir Ferzan Özpetek hayranıysanız, film hakkında daha fazla şey yazılıp çizilmeden, festivalde gösterimi yapılmadan, ödüller almadan, Türkiye’de vizyona girmeden önce, belki bu romanı alıp okumak istersiniz. Böylece filmi beklerken sabırsızlanmaktan başka yapacak bir işiniz olur. Ama “yok, ben kitabı okuyup filmin tadını kaçırmak istemiyorum” diyorsanız onu da anlayışla karşılarım tabii.

Son sözü kitabın yazarı Melania G. Mazzucco söylesin:

“Filmin, romanın da ötesinde, gerçek hayatın ta kendisini yaşıyor olmasından mutluyum. Umarım Mükemmel Bir Gün, bir Ferzan Özpetek filmi olur, Mazucco’nun romanından uyarlanmış bir film değil...”

Bakalım, göreceğiz... Heyecanlıyım.

Siz?


******************
Un Giorno Perfetto

Avete mai avuto un giorno perfetto? Se no, andate subito a comprarne uno! Adesso si vende. :)

Alcuni giorni fa, Doğan Kitapçılık ha pubblicato un romanzo che si chiama “Un Giorno Perfetto”. Questo romanzo e' stato scritto dall’autrice brava, Melania G. Mazzucco, 3 anni fa. Ma perche questo libro si pubblica in Turchia adesso? E perche vi faccio questa presentazione adesso?

Perche, l’ultimo film di Ferzan Ozpetek, che si chiama “Un Giorno Perfetto”, e’ stato tratto da questo romanzo. Il film, sara' in concorso al Festival del Cinema di Venezia a fine Agosto. Ferzan Ozpetek ha fatto un film di cui non ha scritto la storia lui stesso, per la prima volta. Cioe', questo romanzo e' piaciuto cosi tanto a lui ! Ne siete curiosi, no? Allora, diamo subito un occhio sulla storia, la tema, il tipo etc...

Ecco qui cio’ che ho preso dal sito del libro:

"Roma, una notte di maggio. La polizia sta per fare irruzione in un appartamento di via Carlo Alberto: qualcuno ha sentito degli spari, delle grida di aiuto. Forse è un falso allarme — o forse si è appena consumato un delitto atroce, intollerabile. Un flashback di ventiquattro ore, e un folto gruppo di personaggi, pedinati quasi minuto per minuto, ci coinvolge in una giornata piena di eventi, ma che non sembra diversa da tante altre.

Camilla compie sette anni, Zero fa scoppiare la sua prima bomba, Emma perde il lavoro, Elio recita il discorso sbagliato al suo comizio elettorale, Valentina si fa un piercing all’ombelico, Maja trova la casa dei suoi sogni, Kevin una sposa inaspettata, Sasha festeggia l’anniversario dei dieci anni con l’amante, Antonio vede la moglie per l’ultima volta e qualcuno carica con 7 colpi + 1 la sua pistola. Mentre le loro strade si incrociano sul grande palcoscenico di una Roma frenetica e sorprendente, e la tensione si accumula, le loro vite sembrano destinate a esplodere in mille pezzi. Ma un minimo gesto— una sola parola— potrebbe deviare la traiettoria della trama, e cambiare il finale.

Romanzo corale che si legge a perdifiato, affresco sociale ricco di ironia e di pietà, foto di gruppo di una nazione, questa cronaca di un giorno apparentemente qualunque in una grande città di oggi è un’immersione totale nella realtà che ci circonda. Una storia d’amore e disincanto, di scuola e di lavoro, una notizia da prima pagina e uno straziante caso di nera. Ma Un giorno perfetto è soprattutto l’anatomia di una famiglia: ragazze e bambini, uomini e donne, madri e padri, figli e figlie — scene da un matrimonio in cui tutti noi, nel bene e nel male, possiamo riconoscerci.

Dopo il successo di "Vita", Melania Mazzucco si addentra per la prima volta nei territori del presente, e si conferma scrittrice di raro spessore letterario, capace di dare evidenza di verità a un intero universo narrativo e di creare personaggi destinati a durare nella memoria del lettore. "

Se siete fan di Ozpetek come me, potete leggere questo libro prima che il film si mostri al festival, vinca degli premi, sia in visione in Turchia e prima che si parli e si scriva troppo sul film. Allora, aspettando il film, avete qualcosa da fare altro di essere impazienta. Ma se dite “no, non voglio rovinare il film leggendo il libro prima”, lo capisco bene anche questo.

Lasciamo dire Melania G. Mazzucco l’ultima parola:

“Sono contenta che il film viva di vita propria, al di là del romanzo. Il regista deve fare sua la storia, io spero che Un Giorno Perfetto diventi un film di Ozpetek, non un film dal libro della Mazzucco.”

Lo vediamo... Sono impaziente!

Voi?

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Bilin bakalım neredeydim?! :)

Fotoğraflara bakın ve geçen hafta neredeydim bilin bakalıımm?!!


































































Haaayııırrrr, bilemediniiiz!!! İtalya'da değildim, Slovenya'daydım!

Ama İtalyanca konuştum, İtalyan yemeği yedim, İtalyanca radyo dinledim, İtalyanca kitaplar aldım... Yani Slovenya'ya gidip gayet İtalya'daymışım gibi yaptım! :))) Ve fotoğraflardan da gördüğünüz gibi, hiç zor olmadı!

Kocam benim yüzümden her tatilde İtalya'ya gitmekten bıktığı için (haklı olarak), bir süre İtalya'nın komşu ülkelerinde dolaşıp, kenarından köşesinden havasını koklayarak idare etmem gerekecek sanırım! ;-) Yakında yeniden vize çıkar diye umut ediyorum.

Bu arada, bu tatilin ardından ben geçen hafta tekrar işe başladım, 6 yıl aradan sonra...!!!

:-0

Evet, size iyi tatiller!


*****************


Indovinate dove ero!? :)

Guardate le foto e indovinate dove ero la settimana scorsa?!!



































Nooo, avete sbagliato!!! Non ero in Italia, ero in Slovenia!

Ma ho parlato italiano, ho ascoltato la radio italiana, ho mangiato nei ristoranti italiani, ho comprato dei libri italiani... Cioe' sono stata in Slovenia, facendo finta di essere in Italia! :)) E non ho fatto fatica di farlo, come si puo vedere nelle foto!

Perche mio marito e' (normalmente) stufo di andare in Italia per ogni vacanza, per adesso devo limitarmi ai paesi confinanti! ;) Spero che esce il visto per l'Italia di nuovo, presto.

A proposito, dopo questo viaggio, la settimana scorsa ho cominciato a lavorare di nuovo, dopo 6 anni!!!

:-0

Allora, buon viaggio a voi!

24 Temmuz 2008 Perşembe

A Te

Bundan birkaç hafta önce -bi arkadaşım falan benimle kafa bulmadıysa- blog'umun yorum bölümünde, İtalyan kültürüne meraklı olduğunu söyleyen genç bir arkadaş akıl danışmıştı bana, aşık olduğu İtalyan kızı tavlamakla ilgili! Hatta son cümlesi şuydu: "yardım edin bana ne yapsak ki..." (İtalyan kültürüne hakikaten meraklıymış yani :))

Valla ne yalan söyliym, bu blog'u yaparken karşılaşacağımı tahmin ettiğim yorumlar veya sorular arasında bu tür birşey hiç yoktu. Hayat işte! İnsan herşeye hazırlıklı olmalı.

İşte şimdi, özellikle o çaresiz genç arkadaşın işine yarayabilecek güzel bir haber veriyorum sizlere: Lorenzo Cherubini, nam-ı diğer Jovanotti, nam-ı diğer adamım, Safari albümünden "A te" şarkısına video yapmış! Bir insan aşkını hem bu kadar romantik hem de bu kadar komik bir şekilde nasıl ifade edebilir? Videoyu izleyin, şarkıyı dinleyin, sonra bi daha dinleyin, ve bi daha dinleyin ve yeterince zayıf bir anınızı yakaladığınızda hemen aşık olduğunuz kişiye gönderiverin! :)

Müzikal olarak belki en sürprizsiz şarkılarından biri... Benim çocukluğumdaki Erovizyon şarkılarına benziyor hatta, belki de onun içindir, ben çok seviyorum :)) Yalın, basit, anlamlı... Ne diyo ki şimdi bu adam demeyesiniz diye şarkı sözlerini Türkçe'ye çevirmeye çalıştım. Ama şair olmadığım için tabii, basitçe "ne" dediğini anlatan bir çeviri oldu, "nasıl" dediğini değil.
http://www.youtube.com/watch?v=FSea1YPxK1c

Bu, bir erkeğin karısına ilan-ı aşkının en güzel örneklerinden biri değildir de nedir şimdi? En son U2'nun solisti (ve Jovanotti'nin arkadaşı) Bono, karısının doğum gününü unuttuğunda kendini affettirmek için The Sweetest Thing şarkısını yapmış ve hepimize "benim doğum günüm niye böyle unutulmuyor ki yaa!" dedirtmişti! :))

Sana

(Jovanotti – Santarnecchi)
Sana,
Dünyada tek olan
Her derin nefesim için tek sebep olan sana
Kelimelerle dolu bir günün sonunda
Hiç birşey söylemeden duran
Ve herşeyi açıklığa kavuşturan sana
Sana,
Beni köşeye sıkışmış
Yumruklarım sıkılmış
Omuzlarım duvara çevrilmiş
Kendimi korumaya hazır
Gözlerim kısılmış
Hayal kırıklıklığına uğramış bulan
Ve beni bir kediciği alır gibi oradan alıp
Yanında götüren sana
Sana bir şarkı söylüyorum
Çünkü verebileceğim daha iyi bir şeyim yok
Sahip olduklarım içinde
Sunabileceğim en iyi şey bu
Zamanım senin olsun
Bir sihir yap ve
Tek bir sıçrayışla
Bir baloncuk gibi havada uçuşalım
Sana,
Basitçe sen olan sana
Günlerimin özü
Düşlerimin özü olan sana
Sana,
En büyük aşkım olan
Ve aşkların en büyüğü olan sana
Sana,
Hayatımı alan
Ve onu olduğundan çok daha fazlasına çeviren sana
Sana,
Zamanı ölçmeden
Ona anlam kazandıran sana
Sana,
En büyük aşkım olan
Ve aşkların en büyüğü olan sana
Sana,
Avuçlarımda ağlarken gördüğüm
Birazcık sıksam can verecek kadar kırılgan olan
Ve sonra bir uçağın gücüyle
Hayatını kavrayıp çekip kurtaran sana
Sana,
Bana düşleri de macerayı da öğreten
Cesarete de korkmaya da inanan
Başıma gelen en güzel şey olan sana
Her bir günü diğerinden farklı kılan
Ama kendi hep aynı kalan sana
Sana,
Basitçe sen olan sana
Günlerimin özü
Düşlerimin özü olan sana
Sana,
Esasen sen olan sana
Günlerimin özü
Düşlerimin özü olan sana
Kendini bi türlü beğenemeyen
Ama harika olan sana
Tabiatın tüm güçleri sende toplanıyor
Bir kayasın sen, bir bitkisin, bir kasırgasın
Kaybolduğumda beni bulup getiren ufuksun
Sahip olduğum tek dostumsun
Eğer benim olmasaydın
Sahip olmak isteyebileceğim tek aşksın
Sana,
Hayatımı öleseye güzelleştiren
Yorgunluğu büyük bir keyfe dönüştürebilen sana
Sana,
En büyük aşkım olan
Ve aşkların en büyüğü olan sana
Sana,
Hayatımı alan
Ve onu olduğundan çok daha fazlasına çeviren sana
Sana,
Zamanı ölçmeden
Ona anlam kazandıran sana
Sana,
En büyük aşkım olan
Ve aşkların en büyüğü olan sana
Sana,
Basitçe sen olan sana
Günlerimin özü
Düşlerimin özü olan sana
Sana,
Basitçe sen olan sana
Günlerime eşlik eden
Günlerimin özü olan sana.

**************

A Te

Alcune settimane fa –se non mi ha preso in giro un'amico– un ragazzo che si interessa alla cultura italiana, ha scritto in comments del mio blog e mi ha chiesto degli consigli per avvicinarsi alla ragazza italiana di cui lui era innamorato! (interesso vero alla cultura italiana :)) La sua ultima frase era: "mi aiuti, cosa facciamo?" :) Confesso che non aspettavo questo! Ma questa e' la vita! Dobbiamo essere preparati per tutti, no?!

Allora, una notizia bella che puo serve specialmente a quel ragazzo disperato: Lorenzo Cherubini, cioe' Jovanotti, ha fatto il video di "A te", un pezzo nel suo album Safari! E' possibile che una persona esprima il suo amore in un modo cosi romantico ma anche cosi comico? E' possibile che una persone sia cosi simpatico?! :) Guardate il video, ascoltate la canzone, e poi l'ascoltate un'altra volta, e poi un'altra volta (non riesco a fermarmi quando comincio ad ascoltarla)... E se arriva quel momento abbastanza arabesco, lo mandate subito al vostro amore!

Forse non e' una canzone che sorprende come le altri, come la musica... Ma e' pure, semplice e significa molto. Assomiglia alle canzoni di Eurovision da quando ero bambina, e forse per questo mi piace molto :)) Per chi non capisce italiano, ho provato a tradurre i testi in turco (sopra). Ma perche non sono una poeta, la mia traduzione indica semplicemente "cosa" dice lui, non "come"...

La prima volta che l'ascoltate, ci possono essere qualche problema. La seconda volta sara senza problemi. Lo so che ci sara' una spiegazione piu' tecnica per questo, ma chi gia la sa, non ha bisogno di quella spiegazione. Lo considerate un messaggio naif per gli altri come me -se ci sono-, cioe' tecnologicalmente disabile... :) A proposito, dovete cliccare su "pause" per riascoltarla, e su "play" per fermarla! Davvero! Non penso che ci sia una spiegazione tecnica anche per questo! :))

http://www.youtube.com/watch?v=FSea1YPxK1c
Esiste un espressione d'amore piu' sincero di questo? (L'ultima volta era quando Bono di U2 ha fatto "The Sweetest Thing" per chiedere perdono alla sua moglie, per aver dimenticato il suo compleanno. Ci ha fatto pensare tutto "Perche non si dimentica il mio compleanno cosi?" :))

A te

(Jovanotti – Santarnecchi)
A te che sei l'unica al mondo
L'unica ragione
Per arrivare fino in fondo
Ad ogni mio respiro
Quando ti guardo
Dopo un giorno pieno di parole
Senza che tu mi dica niente
Tutto si fa chiaro
A te che mi hai trovato
All'angolo coi pugni chiusi
Con le mie spalle contro il muro
Pronto a difendermi
Con gli occhi bassi
Stavo in fila
Con i disillusi
Tu mi hai raccolto
Come un gatto
E mi hai portato con te
A te io canto una canzone
Perchè non ho altro
Niente di meglio da offrirti
Di tutto quello che ho
Prendi il mio tempo
E la magia
Che con un solo salto
Ci fa volare dentro all'aria
Come bollicine
A te che sei
Semplicemente sei
Sostanza dei giorni miei
Sostanza dei sogni miei
A te che sei il mio grande amore
Ed il mio amore grande
A te che hai preso la mia vita
E ne hai fatto molto di più
A te che hai dato senso al tempo
Senza misurarlo
A te che sei il mio amore grande
Ed il mio grande amore
A te che io
Ti ho visto piangere nella mia mano
Fragile che potevo ucciderti
Stringendoti un pò
E poi ti ho visto
Con la forza di un aeroplano
Prendere in mano la tua vita
E trascinarla in salvo
A te che mi hai insegnato i sogni
E l'arte dell'avventura
A te che credi nel coraggio
E anche nella paura
A te che sei la miglior cosa
Che mi sia successa
A te che cambi tutti i giorni
E resti sempre la stessa
A te che sei
Semplicemente sei
Sostanza dei giorni miei
Sostanza dei sogni miei
A te che sei
Essenzialmente sei
Sostanza dei sogni miei
Sostanza dei giorni miei
A te che non ti piaci mai
E sei una meraviglia
Le forze della natura si concentrano in te
Sei una roccia sei una pianta sei un uragano
Sei l'orizzonte che mi accoglie quando mi allontano
A te che sei l'unica amica
Che io posso avere
L'unico amore che vorrei
Se io non ti avessi con me
A te che hai reso la mia vita
Bella da morire
Che riesci a render la fatica
Un immenso piacere
A te che sei il mio grande amore
Ed il mio amore grande
A te che hai preso la mia vita
E ne hai fatto molto di più
A te che hai dato senso al tempo
Senza misurarlo
A te che sei il mio amore grande
Ed il mio grande amore
A te che sei
Semplicemente sei
Sostanza dei giorni miei
Sostanza dei sogni miei
A te che sei
Semplicemente sei
Compagna dei giorni miei
Sostanza dei giorni miei
*

16 Temmuz 2008 Çarşamba

Ruhun bir ırmaktır gülüm...

Birkaç ay önce Roma havaalanında, İtalya kara sahasından çıkıp, İtalya hava sahasına girmeden önceki son saniyeleri de turist olarak değerlendirmek için çırpınmaktaydım :) Çikolata, şarap, parfüm, koşuştururken son dakikada Nazım Hikmet'in İtalya'da basılmış aşk şiirleri kitabı "Poesie d'Amore"yi gördüm ve Cahil Periler filminde bahsedilen 'o kitap' mı acaba diye düşünüp hayaller kurarak hemen aldım.

Eve dönünce onu güzel bir zamanda sakin kafayla okumak üzere yatak başucumdaki kitap dağının zirvesine koydum. Birkaç gün sonra bir gece, çok uykum olmasına rağmen kitaba bir göz atmak istedim. Ama okumaya başlayınca kendimi alamadım! Önce Nazım'ın hayatını ve eserlerini anlatan oldukça uzun önsözü, sonra da gözlerim kapanana kadar, şiirlerin büyük bir kısmını okudum ve okurken de büyük bir keyif aldım. Bu keyfin pek çok sebebi vardı:

Birincisi, Nazım'ın hayatı ve eserleriyle ilgili kapsamlı ve güzel yazılmış bir yazıyı ilk kez, işin ilginci İtalyanca okuyor ve de gayet güzel anlayabiliyordum (bu daha da ilginç :)). İkincisi de, şiirlerin çevirileri gerçekten çok başarılıydı. Türkçesini bilmediğim şiirler bile, İtalyancasıyla beni çok etkiledi. Çevirinin, şiirin ruhunu bozduğuna inanan biri olduğum için, bu bana çok şaşırtıcı ve hoş geldi.

Sonra o hafta İtalyanca dersimizde bu konudan bahsettim ve dedim ki "Çevirmen gerçekten çok başarılı. Nazım'ın da kişisel olarak tanıdığı birisi galiba çünkü ona yazdığı bir mektup vardı kitabın arka sayfalarında..." Mektuba bi göz atmış ama tam okumamıştım.

Eve gelince çevirmen Joyce Lussu'yla Nazım Hikmet'in gerçekten tanışıp tanışmadıklarını öğrenmek için internete girdim. Ve birkaç sürprizle birden karşılaştım! Birinci sürpriz, bu konu üzerine bulduğum yazının ta kendisiydi! Okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. İkinci sürpriz ise bu yazıyı yazan kişinin kim olduğuydu. Yazar, çok önceleri Moleschino'da keşfedip, yazılarını çok beğendiğim, kendisiyle ilgili yazdıklarını da kendime pek bi yakın bulduğum Ali Işıngör çıkmasın mı?! :) Benim gibi böyle küçük tesadüflere bayılan birisi mutlu olmasın da kim olsun şimdi? :)

Ali Işıngör'ün blog'u Burkina Faso Fiso Halk Cemahiriyesi'nden... Okuyun ve tadını çıkarın:

"Cittadino" Nazım Hikmet! Subito, Ora!

"Hadi, bugün size bugüne dek hiçbir edebiyat dergisinde “yayımlanmamış”, kimseciklerin bilmediği bir hikâye anlatayım :))… Üstüne üstlük hikâyemiz Nâzım Hikmet’e dair olsun! Ne dersiniz?

Eğer bu satıra geçtiyseniz, demek ki istiyorsunuz… Başlayalım o halde…

Hafızası iyi olanlar hatırlayacaktır, Burkina Fasa Fiso’da bir süre önce “şiir çevirisi” üzerine iki yazı yazmış ve bence bu toprakların gelmiş geçmiş en yetkin çevirmenleri olan Barış Pirhasan ve Can Yücel'den iki ayrı örnek vermiştim. Bu sefer aynı olgunun “tersine çevrilmiş” bir örneğinden bahsedeceğim. Bir başka deyişle, bir Türk şairinin, Nâzım Hikmet’in İtalyanca çevrilmesinin öyküsünü anlatacağım sizlere…

Biraz da yurtdışındaki “satış rakamlarına” bakarak, Nâzım’ın en iyi çevirilerinin Farsça, Rusça ve İtalyanca çevirileri olduğu anlatılır dost meclislerinde… Farsça’nın nedeni malum; şiir formu olarak Hayyam’ın dörtlüklerinden ve rubai imgelerinden sık sık faydalanan Nâzım, “doğulu bir şiiri batılı bir formda gürül gürül söyleyen” bir şairdir. Rusça’yı da yıllarca Moskova’da yaşamış olmasına, o dili öğrenmesine ve Rus toplumu tarafından bağırlarına basılmasına bağlayabiliriz.

Peki, ya İtalyanca? Nâzım’ın İtalyanca çevirilerinin son derece “yetkin” olduğunu biliyoruz… Halbuki, Nâzım’ın tüm kitaplarını İtalyanca’ya çeviren Joyce Lussu, “tek kelime Türkçe” bilmemektedir!

Hikâyenin aslı, Türkiye’de hiç bilinmeyen bir aşktır… Nâzım’ın Fransızca’dan okuduğu şiirlerine âşık olan Joyce Lussu, 1960′ların “Kızıl İtalya”sında, ünlü komünist lider Emilio Lussu’nun karısıdır. Nâzım Hikmet gibi Emilio Lussu da ülkesinde kovuşturmaya uğradığı için ülkesinden kaçmış, Fransa’ya sürgüne gitmişti… Böyle bir dönemde Roma’da bir araya gelen Nâzım Hikmet ve Joyce Lussu birbirlerine aşık olurlar. Nâzım’ın Roma’daki birkaç aylık misafirliği boyunca büyük bir aşk yaşayan ikili, “biraz Fransızca, biraz Rusça ve çokçası da sabahlara kadar sevişerek” Nâzım’ın şiirlerini İtalyanca’ya çevirirler…

Belki “amiyane bir benzetme” olacak ama, Nâzım’ın aşk dizeleri İtalyanca’ya “yaşanarak” çevrildiği için başarılı olmuştu. Nâzım’ın İtalyanca çevirisi bu nedenle son derece “duru” ve “içten”dir…

Her neyse, Joyce Lussu ve Nâzım Hikmet için bu birkaç aylık ilişki, birkaç yakın dost dışında, herkesten ölünceye kadar sakladıkları bir “sır” olarak kaldı… İkili, Rus ve İtalyan komünist partili yoldaşlarının tepkisinden çekiniyordu. Bu ilişkiyi asıl “imkânsız” kılansa, Joyce Lussu’yu Fransa’da kocasının; Nâzım’ı ise İstanbul’da Münevver’in, Moskova’da ise Vera’nın beklemesiydi!

Joyce Lussu, Nâzım’ın sevdiği “en güzel kadın” olacaktı… Ayrıldıktan sonra, Lussu bir güzellik daha yaparak, Münevver’in Türkiye’den bir yat ile kaçırılmasını sağlayacaktı… Nâzım, 10 yıldır görmediği Münevver ile Memet’ine, onu seven bir başka kadın sayesinde kavuşuyordu. Aşkın büyüklüğüne bakar mısınız?

Neyse, Nazım’ın 1960′da Roma’da yazdığı ve muhtemelen Joyce Lussu için kaleme aldığı şiirin İtalyancası ve Türkçesini alt alta koyuyorum:

La tua anima è un fiume, mio amore
scorre in alto tra le montagne
tra le montagne verso la piana
verso la piana senza poterla raggiungere
senza raggiungere il sonno dei salici piangenti
la quiete dei larghi archi di ponte
dell’erbe acquatiche dell’anatre dalla testa verde
senza raggiungere la dolcezza triste delle superfici piane
senza raggiungere i campi di grano al chiaro di luna
scorre verso la piana
scorre tra le montagne
tirandosi dietro le nubi che si fondono e si separano
portandosi di notte le grosse stelle
le stelle delle cime delle montagne
scorre schiumeggiando
mescolando nel fondo le pietre nere con quelle bianche
scorre coi pesci che nuotano contro corrente
vigili nelle curve
s’inabissa e s’inalbera pazza del proprio fragore
scorre in alto tra le montagne
tra le montagne verso la piana inseguendola
senza poterla raggiungere.

Bu da Türkçesi. en azından artık bu şiirin kime yazıldığını biliyoruz...

Ruhun, bir ırmaktır gülüm,
akar yukarda dağların arasından,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovaya kavuşamadan bir türlü,
bir türlü kavuşamadan uykusuna söğütlerin,
geniş köprü gözlerinin rahatlığına,
sazlıklara, yeşil başlı ördeklere,
düzlüklerin yumuşak kederine kavuşamadan,
kavuşamadan ayışığındaki buğday tarlarına,
ovaya doğru akar,
akar yukarıda dağların arasından,
bir yığılan bir dağılan bulutları sürükleyip,
geceleri iri iri yıldızları taşıyarak
dağbaşı yıldızlarını,
mavi güneşlerini de dağbaşı karlarının,
akar köpüklene köpüklene,
dibinde ak taşları kara taşlara karıştırıp,
akar akıntıya karşı yüzen balıklarıyla,
dönemeçlerde kuşkulu,
uçurumlarda düşüp şahlanarak,
kendi uğultusuyla deli divane
akar yukarda dağların arasından,
dağların arasından ovaya doğru,
ovaya doğru, ovayı kovalayıp
ovaya kavuşamadan bir türlü.

Not 1: Meraklısına bir küçük bilgi. Elimdeki 2002 baskısı “Nazım Hikmet’in Aşk Şiirleri” (Nazim Hikmet -Poesie d’Amore, ISBN: 88-04-34871-2) adlı kitabın kapak içinde “21. baskı” yazıyor. Yanlış anlamayın, Nâzım’ın şiir kitabının “İtalyanca baskısından” bahsediyorum!

Hadi biraz daha şaşırtayım sizi :)), Arnoldo Mondadori tarafından ilk baskısı 1991′in Ocak ayında çıkartılan bu kitap, bu yayınevine geçmeden önce, Lo Specchio tarafından 12 kere daha basılmış! Lo Specchio’dan önceki yayınevlerinin ise kaç adet bastığı bilinmiyor… Bu arada baskı adetlerinin bizdeki gibi 1.000-2.000 değil; 5.000 nüsha olduğunu hatırlatalım.

Not 2: Yolunuz Milano’ya düşerse, benden size bir tavsiye. Leonardo da Vinci İcatlar ve Sanayi Müzesi’ni gezmeyi unutmayın. Müzenin zemin katında, çeşitli matbaa makinelerinin sergilendiği bölümde, bir litograf makinesi göreceksiniz. Litografi makinesinin üzerinde, o makinede basılmış son kağıt duruyor. O kağıdın üzerindeyse Nâzım’ın “Yaşamaya Dair” şiiri… Ben gördüğümde ağlamıştım…

Not 3: (Yazının başlığı) Vatandaş Nâzım Hikmet! Hemen şimdi!"

Ali Işıngör'e teşekkür ediyorum, bu yazıyla beni şaşırttığı ve mutlu ettiği için... Valla ben de bunları bilsem ve yazmaya kalksam, ben de aynen böyle yazardım heralde, ya da yazmak isterdim... Dibindeki notlara kadar! :)
Bunları İtalyanca’ya çevirmiycem. Şimdiden tembellik yapıyor diye düşünmeyin. Sadece başkası tarafından yazılmış güzel bir yazının tadını, amatör İtalyancamla kaçırmak istemedim o kadar...

*

9 Temmuz 2008 Çarşamba

Roma Tatili


Gezmeyi, tozmayı, yazmayı seven biri olduğum için herkes benden bir seyahat blog'u bekliyordu aslında. Özellikle de İtalya seyahatleri için öneriler tabii... Ama ben "Kolezyum'u gezerken gladyatörlerin dövüştüklerini hayal edin! Navona Meydanı'ndaki görkemli çeşmelerin arasında dolaşın, sokak ressamlarının yaptığı rengarenk resimlere bir göz atıp oradan Pantheon'a ve sonra da İspanyol merdivenlerine doğru salına salına bir passeggiata yapın. Roma'ya tekrar gelmek isteyenler mutlaka Aşk Çeşmesi'ne gidip sol omuzlarının üzerinden havuza para atsınlar..." falan gibi yazılar yazmak istemiyorum. (Biri beni durdursuuun!!! Bi de yazmak istesem n'olucak acaba?! :))

Roma'yla ilgili acil öneri bekleyenler için ne yapsam diye düşündüm. Roma'nın olmazsa olmazları bütün gezi rehberlerinde ve internet sitelerinde var zaten. Daha kişisel, daha pratik birşey yazmam lazım derken ilk uzun Roma tatilimden döner dönmez, o heyecanla İtalyanca hocama yazdığım e-mail aklıma geldi. Mailbox'ımın ennn derinlerine dalıp, bulup çıkarttım onu. Bence yeterince duygusal, noktasal ve de işlevsel bir yazı. Biraz rötuş yaptım tabii (italyancasında), off ne hatalar yapmışım o zaman. (Şimdi ne hatalar yapıyorum kim bilir, o da ayrı! :) İşte buyrun:

"7 Mayıs 2006

Roma'ya yeniden aşık oldum ben! Beni anlayabilecek birisiyle paylaşmam lazım bunu hemen. Sana yazıp anlatasım var biraz (belki "biraz"dan biraz daha fazla). Okumamakta özgürsün. Ya da bir ödev kontrolü falan gibi düşün bunu artık, yapacak bişey yok.

Herşeyden önce, tatilimizi daha özel ve de güzel kılan önerilerin için sana teşekkür ediyorum.

Kötü başlangıca (vize problemi nedeniyle uçağın kapısından da döndük yani şu hayatta!), 3 gün rotarlı gidişimize ve hava alanından şehre giderken yediğimiz taksi kazığına rağmen (turist olduğumuz tescillendi, ne güzel :) harika bir tatil oldu.

Kiraladığımız ev çok güzel değildi ama yeterince temiz ve sessizdi, yeri de çok merkeziydi. 4. günün sonunda ev değiştirmemiz gerekti, çünkü o ev cumartesiden sonra doluymuş. Yine Via del Governo Vecchio'da, ön tarafa bakan başka bir eve geçtik. Bu öncekinden çok daha güzeldi aslında... taa ki gece olana kadar!!! Sokak acayip gürültülüydü. Geceleri gözüme uyku girmedi, sanki insanlar sokakta değil de bizim evin içinde içiyorlarmış gibiydi. Sabahın 4'ünde dışarda bağıra bağıra konuşanların tepesine (kaynar hatta) su dökmek bile geçti aklımdan ama skandala yol açmamak için kendimi tuttum. "Maganda Türk turistin teki..." :)

Bu ikinci evde çok kitap vardı. Raffaele La Capria'nın "La Neve del Vesuvio" diye bir kitabını keşfettim, biraz okudum, çok hoşuma gitti. Yazarı tanıyor musun?

Damla neredeyse hiç sorun çıkartmadı. Çok hoş bir sürpriz oldu bu bizim için. Güzel bir şehri gezmekten resmen o da keyif aldı. Eee kimin kızı? Akşamları pusetinde uyuduğu için biz de meydanlarda, Trastevere'de ya da Campo dei Fiori'de falan şarap içmeye devam edebildik. Bu kadarını da hiç beklemiyorduk valla, tam bonus oldu! Hayvanat bahçesi, sokak sanatçıları, müzisyenler, çeşmeler, heykeller, kilise çanları, vespa ile gezen İtalyan abileri, hepsi onun da hoşuna gitti. Ama ne makarna, ne pizza hiç birşey yediremedik, Da Baffetto'da bile! İki gün boyunca aç gezince evde ona pilav pişirdim (en sevdiği yemek) ve kalan 6 gün boyunca sadece pilav yedi diyebilirim.

Söylediğin botanik bahçesine gittik. Nefisti. Tepenin üzerinde yürürken yağmur çiselemeye başladı. Biz de Japon bahçesindeki kulübeye girip oradan manzarayı (tepeden Roma'yı) seyrettik. Hele yağmurdan sonra o ağaçların ve çiçeklerin kokuları... Tam bir huzur anı! Bu romantik ortamı aniden mahveden ve ödümüzü patlatan şey ne olmuş olabilir sence? Tabii ki dibimizdeki Gianicolo tepesinden öğlen saatinde yapılan top atışı! Top tek pare ama yüreğimiz pare pare!!! :) Ne şans var ama bizde de!

Trastevere! Yaşamak istediğim yer! Her şeyine, her yerine bayıldım. Sokaklar, evler, pazar günleri açılan elişi tezgahları, meydandaki tantana, gösteriler, restoranlar, barlar, butikler... "Rivendita di Cioccolato e Vino" diye bir dükkan keşfettim mesela, çikolata ve şarap butiği ama aynı zamanda cafe, küçücük bi yer, sanırım alt katta da ikinci el kitap satıyorlar. Ve gece, meydandaki bir cafe'de elimde şarap kadehi, Santa Maria in Trastevere kilisesini seyrediyorum... Ön cephesindeki mozaikler aydınlatılmış, ışıldıyorlar... Ve kilisenin tam arkasından pırıl pırıl bir yarım ay yükseliyor! Sonsuza dek sürecek bir anı işte!

Başkaaa... Caffe' Sant'Eustachio'ya 3 kez gittik. Ben böyle güzel kahve içmedim, gerçekten söyledikleri kadar var. Citta del Sole
'de ise kendimizi kaybettik diyebilirim. Özellikle de Damla! Kitaplar aldım oradan, bir tanesi kendim için, Çarşamba getiririm. Bar del Fico 'da otururken karşıda bir başka güzel oyuncakçı keşfettim ve oradan da üstünde Küçük Prens resimleri olan bir top aldım. Artık Damla'ya mı bana mı bilmem!

Ghetto bölgesi çok hoşuma gitti. En çok da Teatro di Marcello'ya yakın olan kısmı... "Casa Bleve" diye bir şarap evinde çok güzel yemekler yedik ve nefis şaraplar içtik. Tesadüfen bulduğumuz bir yerdi ama süperdi.

Basilica di San Clemente 'den çok etkilendim. Çok değişik, esrarengiz bir yer. Esrarengiz demişken Capuchin Crypt 'i unutmayalım! Tuhaf, çok tuhaf, hatta tüyler ürpertici!!! Mutlaka görmelisin.

Pazar günü, Vatikan'a Papa'yı görmeye gittik. Unutamayacağımız bir anı oldu. Hayır Papa yüzünden değil, Ferrari'ler yüzünden! Belki yüz taneden fazla Ferrari, arka arkaya dizilmişler, San Pietro Meydanı 'na giden yolda şov yaptılar. Pazar sabahı Vatikan önerisi süpermiş yani, özellikle Şinasi teşekkürlerini iletiyor. :)

Yapmak istediğim herşeyi yaptım sayılır. Ama Sistin Şapeli 'ni gezemedim yine :( 2 gün resmi tatildi zaten, hafta sonu kuyruk malum, ve yağmur, ve Damla... Belki de bilerek sonraya bıraktım. Roma'ya tekrar gitmek için iyi bir bahane lazım, di mi ama? Orvieto'ya da gitmedik. Roma yeterince güzeldi zaten.

3 komik anektod: Kocam liseden bir arkadaşıyla karşılaştı, 16 yıl sonra ilk kez, Roma'da! Sonra 2 kez Piazza Navona'ya nasıl gidileceğini tarif ettim, ben, İtalyanlar'a!! Ve onlardan biri, şahane İtalyancam sayesinde beni İtalyan sandı! Ama bu yanılgı sadece iki cümle sürdü tabii. :)

Bu noktaya kadar bütün yazdıklarımı okuduysan eğer, çok naziksin, teşekkürler! Benim yazılarım Marco Lodoli 'nin Roma yazılarına benzemiyor tabii, naapalım? :)

Ciao!
Umay"

Eveet, bizim Roma tatili böyleydi işte... Eğer bu sizi kesmediyse, o zaman gerçek bir "Roma Tatili" alın, ayaklarınızı uzatıp oturun ve güzel güzel seyredin! Audrey Hepburn vaar, Gregory Peck vaar, Roma vaar...
E diyecek başka birşey yok! :)







************

Vacanza Romana

Cio' che sono una persona a cui piace molto viaggiare ed anche scrivere, tutti pensavano che il mio primo blog sarebbe stato un blog di viaggio. Aspettavano specialmente i miei consigli per i viaggi in Italia. Ma io non voglio essere una di quelle persone che scrivono "Facendo un giro nel Colosseo, immaginate le lotte dei gladiatori. Tra le fontane magnifiche, date un occhio ai dipinti dei pittori di Piazza Navona e dopo fate una passeggiata al Pantheon e alla Piazza di Spagna. Chi desidera ritornare a Roma, deve lanciare di spalle una moneta alla Fontana di Trevi..." Vi prego fermatemi!!! :)

Che cosa posso fare per coloro che aspettano i miei consigli per Roma? I posti da non perdere, si possono trovare facilmente in tutti i siti di internet e tutte le guide di Roma. Dovrei scrivere una cosa piu' personale, piu' pratico... Pensavo cosi e ad un tratto, mi e' venuta in mente quella e-mail che ho scritto al mio insegnante d'italiano con entusiasmo subito dopo che ero ritornata da Roma. Mi sono tuffata nel mio mailbox, l'ho trovata in profondo e l'ho tirata su. Penso che sia abbastanza personale, emozionale e funzionale questa e-mail. L'ho corretta un po'. Ma che errori facevo allora! (Che errori sto facendo adesso? :)) Ecco qui:
"Maggio 7, 2006

Mi sono innamorata di Roma di nuovo! Ho bisogno di condividerlo subito con qualcuno che mi puo capire. Ti scrivero' un po' (forse di piu') e raccontero' il nostro viaggio. Sei libero di non leggerlo! :) O puoi considerarlo un compito da controllare.

Prima di tutto, voglio ringraziarti per i tuoi consigli che hanno reso la nostra vacanza piu bella e speciale.

Nonostante il brutto inizio (problema di visto che ci ha fatto tornare indietro alla porta dell'aereo), 3 giorni di ritardo ed il taxi tra l'aeroporto e Roma :), e' stata una vacanza bellissima.

L'appartamento che abbiamo affittato non era molto bello ma era abbastanza pulito, tranquillo e molto centrale. Dopo 4 giorni, abbiamo cambiato appartamento perche era occupato dopo sabato. Ci siamo trasferiti ad un altro sulla stessa strada, Via del Governo Vecchio. Quello secondo appartamento era bellissimo, ci e' piaciuto molto... ma fino alla notte! C'era molto rumore alla strada! Non sono riuscita a dormire per tutta la notte. Mi sembrava che la gente fosse stata e bevuto nel nostro appartamento! Se non avessi avuto paura di esser denunciata, avrei versato l'acqua (bollente) su coloro che parlavano urlando alle 04:00! :) Immaginando i giornali di mattina, "Una turca scandalosa...", mi sono fermata.
C'erano molti libri in quell'appartamento ed ho scoperto un libro molto carino, scritto da Raffaele La Capria. Si chiama "La Neve del Vesuvio". Conosci questo autore?

Damla non ha creato problemi quasi mai ! E' stata una bella sorpresa per noi. Anche a lei e' piaciuto fare i giri in una bella citta. La sera, lei ha dormito nella sua carozzina e abbiamo continuato a bere i vini nelle piazze, a Trastevere o in Campo dei Fiori etc... Questo non l'aspettavamo per niente, era proprio un bonus! Lo zoo, gli artisti che fanno spettacolo sulla strada, i musicisti, le fontane, le sculture, le campane delle chiese, i ragazzi italiani sui motorini le sono piaciuti molto. Ma lei non ha mangiato ne la pasta, ne la pizza, neanche a Da Baffetto! Dopo 2 giorni che non ha mangiato niente, ho cucinato il riso (il cibo preferito di lei) e lei ha mangiato solamente il riso il resto della vacanza, cioe' per 6 giorni! :)

Siamo andati al parco botanico che ci hai consigliato ed era fantastico. Quando eravamo sulla collina e' piovuto un po'. Sotto la capanna del giardino giapponese noi abbiamo guardato il panorama bella, a Roma da su. Quei profumi degli alberi e dei fiori dopo la piogga... Era un momento tranquillo, un ambiente molto romantico! Che cosa poteva farci morire di paura in quel momento? Si'. Il cannone da Gianicolo a mezzogiorno! :) Mamma mia! Che sfortuna!

Trastevere! Il quartiere dove vorrei vivere! Mi e' piaciuto tutto a Trastevere. Le strade, i palazzi, i ristoranti, i bar, i negozi, il mercato a domenica, i spettacoli nella piazza... Li, ho scoperto un negozio molto carino che si chiama "Rivendita di Cioccolato e Vino", un boutique di cioccolato e vino, c'e' anche un bar piccolo, vendono anche i libri usati. Un luogo interessante. E la sera, in un bar alla piazza, con un bicchiere di vino in mano, guardavo Santa Maria in Trastevere illuminata, con i mosaici belli sulla facade e la mezzaluna brillante sopra... Un ricordo eterno!

E poi... Siamo andati tre volte al Caffe' Sant'Eustachio. Non abbia mai bevuto un caffe' cosi buono, e' veramente unico. In "Citta del Sole" abbiamo perso la testa. Specialmente Damla! Ho comprato qualche libro, uno per me che si chiama "il Libro dei Se", lo portero' mercoledi. Ho scoperto un'altro negozio di giocattoli di fronte al Bar del Fico, da cui ho comprato un pallo ai disegni del Piccolo Principe. E' per Damla o per me? Non lo so.

Mi e' piaciuto Ghetto molto, particolarmente il parte vicino al Teatro di Marcello... Abbiamo mangiato e bevuto buonissimo in un'enoteca che si chiama "Casa Bleve", un luogo trovato per caso, ma veramente buonissimo!

Sono stata influenzata dalla Basilica di San Clemente. E' un luogo misterioso... Un altro luogo misterioso era il Capuchin Crypt. Strano, molto strano! Devi vederlo.

Domenica mattina siamo andati a vedere il Papa! E' stata un'esperienza indimenticabile. Noo, non a cause del Papa ma dei Ferrari!! Piu di cento Ferrari hanno fatto un spettacolo vicino alla Piazza di San Pietro. Ci e' piaciuto molto il Vaticano domenica mattina. Specialmente a mio marito. :) Grazie per il consiglio.

Ho fatto quasi tutto quello che volevo fare, ma non ho potuto vedere la Cappella Sistina neanche questa volta :( Due giorni festivi e il fine settimana e la pioggia e la bimba... O forse l'ho lasciata perche' fosse un bel motivo per ritornare a Rome :) Non siamo andati neanche ad Orvieto. Roma era abbastanza bella.

Tre cose comiche: Mio marito ha incontrato un'amico dall'liceo, dopo 16 anni, a Roma! E poi, ho spiegato due volte come arrivare a Piazza Navona io, agli italiani!! Ed una volta un italiano ha pensato che sono italiana, grazie al mio italiano perfetto!!! (Ma certo che questo e' durato troppo poco, 2 frasi :))

Se hai letto tutto quello che ho scritto fino a questo punto, sei molto gentile, grazie! Purtroppo non posso scrivere su Roma come Marco Lodoli, lo so :). Ciao!
Umay"

Allora, era cosi la nostra vacanza romana... Se non vi piace o basta, comprate un vero "Vacanze Romane" e lo vedete con piacere! C'e' Audrey Hepburn, c'e' Gregory Peck, c'e' Roma...
Non c'e' niente altro da dire! :)
*

1 Temmuz 2008 Salı

Çaavv!

Düşünüp duruyorum, blog'umun adını doğru seçtim mi acaba diye... "Ciao İstanbul!". Duyduğu zaman herkesin hemen anlayıvereceği bir şey aslında. Ama nasıl okunduğunu bilmeyince, "Ne İstanbul???" falan olabilir mi ki insan acaba?

Hay Allah, keşke "Çao İstanbul!" deseydim. "Çao" da neymiş hatta, direk "Çav İstanbul!" olmalıydı! :)




























Nasıl olsa herkesin hayatında üç beş "Çaavv!" diye selamlamışlığı vardır arkadaşlarını, şöyle melodik, havalı havalı... Di mi? "Ayy ben hayatta öyle özenti selamlara dilimi sürmem!" diyorsanız, o zaman "Çav bella, çav bella, çav bella, çav çav çav!!!" diye bağıra bağıra şarkı söylemişliğiniz kesin vardır!

Hani önceleri sol görüşlü grupların gözdesiyken, zamanla gezi otobüslerine ve düğün salonlarına düşen İtalyan halk türküsünden bahsediyorum, esas adı "Bella ciao" olan... Zavallı İtalyan partizanlar, marşlarının ne hallere düştüğünü, maç tezahuratı yapar gibi omuz omuza zıplayarak veya hızlanan tempoda heyecanla halay çekerek söylendiğini duysalar, veya amanın görseler, kemikleri sızlardı heralde... Neyse, birgün belki bu konuya geri döneriz, partizanlara yani, daha ciddi bir şekilde ele almak üzere...

Ciao, İtalyanca’da hem merhaba hem de hoşçakal anlamına geliyor. Evet iki zıt anlam, aynı kelime!!! Normalde zor değil tabii birisinin merhaba mı hoşçakal mı dediğini kestirmek... Ama durun, hemen bi senaryo yaziyorum şimdi size: Sevgilinizle kavgalı ayrılmışsınız, 3 gündür görüşmüyorsunuz ve bir anda ondan "Ciao!" diye bir mesaj geliyor cebinize. Hadi bakalım! Adam "Selam, bana hala kızgın mısın?" mı diyor, yoksa "Hadi güzelim, tak sepeti koluna herkes kendi yoluna" mı? Heh heh :) Buyrun burdan yakın. Napılır şimdi?
"Esas sana çav!"!! :)

Kelimenin kökeni Venedik diyalektindeki s-ciào vostro veya s-ciào su cümlesi. Sözlük anlamı "kölen olayım" gibi bişey (s-ciào köle demek yani). Aslen "İhtiyacın olursa yardıma hazırım, bana güvenebilirsin" gibisinden bir iyi niyet ve dostluk ifadesi… Zaten günümüzde de ciao; dostlar, arkadaşlar, aile üyeleri veya yaşıtlar arasında kullanılan, resmi olmayan, samimi bir selam türü. Yani İtalya’ya giriş yaparken pasaportunuzu kontrol eden polisi “Ciao!” diye selamlamayın tercihen. "Buon giorno!" daha doğru olur.

Ben de "Ciao İstanbul!" derken ne "Kulun kölen olayım İstanbul!" diyorum (olayım o ayrı) ne de "Hoşçakal İstanbul!" (Umay kaçıyor artık İtalya'ya diye düşünen varsa :)… Basitçe, "Selam İstanbul!" diyorum.
Budur yani.

(İllüstrasyonlari Pınar yaptı, en bi tasarımcı, canım arkadaşım... Kocamı ve kızımı bu kadar güzel konuşturduğun için teşekkür ederim Pınar!)

**************

Ciao!

Non riesco a non preoccuparmi (come di solito) del titolo del mio blog. E stata una scelta giusta o no? Non c'e' problema quando senti qualcuno dire "Ciao Istanbul!". Ma cosa succede quando devi leggerlo senza sapere come da leggere/pronunciare? Temo che "E?! Cosa Istanbul???", no?

Accidenti! L'avrei chiamato "Çao Istanbul!". No, neanche "Çao", l'avrei chiamato esattamente e direttamente "Çav Istanbul"! Senza nessun rischio, senza nessun dubbio...



























Comunque, penso che ognuno (non-italiano) abbia salutato gli amici "Çaavv!" almeno qualche volta nella vita, con la melodia, con lo stilo... No? Se siete in quel gruppo che non usa MAI quel tipo di saluti stranieri, voi siete probabilmente nel gruppo che ha cantato almeno qualche volta nella vita, urlando "Çav bella, çav bella, çav bella, çav çav çav!!!"

Parlo della canzone popolare italiana "bella ciao", che una volta era la canzone favorita dei gruppi di sinistra e dopo e' caduta tristemente negli autobus di escursioni e nelle feste di matrimonio. Se avessero sentito i partigiani -o peggio- avessero visto!! come si canta il loro canto, sarebbero morti di nuovo! Saltando in piedi spalla a spalla, urlando come ci si fosse alla partita o facendo la danza popolare turca con entusiasmo al ritmo che accelera... Forse ritorniamo un giorno a questa tema, cioe’ ai partigiani, per trattarne piu’ seriamente.

Ciao e' usato sia nell'incontrarsi che nell'accomiatarsi. La stessa parola, per le due cose contrarie, per "hi!" e anche "bye!"!!! Certo che non causa un conflitto, non e" cosi difficile normalmente. Ma vi sfido!! Adesso immaginate questa situazione: Dopo che avete litigato, sono passati 3 giorni senza nessun contatto. Ad un tratto ricevi un sms brevissimo dal tuo ragazzo dicendo: "Ciao!". Ditemi adesso, che vuol dire questo messaggio!? Vuol dire "Ciao! Ma sei ancora arrabbiata?" o "Mi basti tu! Ciao!" :))) Ma cosa si fa adesso?
"Ciao a te!"!! :)

Ciao trae la sua origine dall'espressione veneziana s-ciào vostro o s-ciào su, che significa "servo vostro". Era un'espressione amichevole per dire "Io sono disposto ad aiutarti, puoi fidarti di me". Anche oggi ciao e' un saluto amichevole ed informale che si usa tra gli amici, nella famiglia, tra i coetanei... Meglio non salutare "Ciao!" il poliziotto che controlla i passaporti all'aeroporto in Italia. "Buongiorno!" sarebbe piu' giusto.

Ed io, non voglio dire ne "Istanbul, sono servo vostro!" (Se anche vorrei esserlo volentieri...), ne "Bye Istanbul!" (per chi pensa che Umay stia per scappare finalmente in Italia :)) Io dico "Hi Istanbul!". Cosi, semplicemente…

(Ha fatto Pinar le illustrazioni, cara amica mia. Grazie Pinar perche hai fatto parlare cosi bello mio marito e mia figlia!)

26 Haziran 2008 Perşembe

Dünyanın Göbek Deliği

Yıl 1996. Bir Mayıs akşamı, 3 kişi Kazancı Yokuşu'nu tırmanarak İstiklal'e doğru yürüyoruz. Ev ağzına kadar dolu, zaten 50 metrekare ya var ya yok zavallım! :) Sevgilisiyle buluşanlar, bilgisayarda tez yazanlar, içmeye gelenler, Clouseau (köpek), Firuze (kedi)... Evi onlara bırakıp kaçmışız. O yaz Habitat zirvesi yapılacak, olay olmuş! İstanbul'a hızla makyaj yapılmakta... İstiklal Caddesi'nin zemini yenileniyor (o gün bugündür hep yenileniyor zaten :)), çukurların arasından hoplaya zıplaya yürüyoruz. Her yerden başka bir şarkı yükseliyor bangır bangır, artık duymaz olmuşuz. Ama içlerinden bir tanesi bizi fena yakalıyor. Fıkırdak ritmiyle, acayip klibiyle o günlerde çok meşhur bir şarkı bu. O anda, tam olarak Rumeli Han'ın merdivenlerinden birinci kattaki bilardocuya doğru çıkmaktayız ve Tolga bize soruyor: -Bu şarkıda ne diyor biliyor musunuz? -Hayır bilmiyoruz. -"Dünyanın göbek deliği" diyor.

"Dünyanın göbek deliği"! Ne kadar güzel! Çok hoşuma gidiyor.

Şarkı: "l'ombelico del mondo", şarkıcı: Jovanotti. İşte bu, benim Jovanotti ile ilk tanışmamdır!

O yaz epey bi dansettik o şarkıyla, epey bi klibini seyrettik MTV'de... Duyduğumuz duyacağımız da bi o şarkısı oldu zaten.

Sonra araya uzuun yıllar, iş, güç, ev, evlilik, çocuk vs... yani hayat girdi. Gündem değişti, zevkler gelişti. L'ombelico del mondo da Jovanotti de "bahar tatili heyecanı"yla aynı nostaljik kategoride, geçmişte kaldı...

Yıllar yıllaaar sonra bir gün Roma'da, bir müzik markette dolaşırken gördüm tekrar onu! Son albümü İtalyan müzik listelerinin bir numarasıydı. Aldım pek bi beklentim olmadan... Hatta itiraf ediyorum, hemen koyup dinlemedim bile. Bir kaç hafta sonra dinlediğimde, içindeki müziğe vuruldum! Bi daha dinledim, bi daha dinledim... Dinledikçe beğendim, beğendikçe dinledim. Müzik içinde müzik, ritim içinde ritim, anlam içinde anlam buldum. Zamanla kendimi iyice kaptırdım, o müziğe bağımlı oldum.

İşte "Buon Sangue" albümüyle Jovanotti'nin hayatıma tekrar girişi böyle oldu! Kabarık saçlarıyla dünyayı sallayan o hoppa görünümlü genç büyümüş, olgunlaşmış, tarzı artık oturmuştu. Yaptığı müzikte kendini bulmuş ve işte sonra da gelip beni bulmuştu!

O gün bugündür aşkımız tutkulu bir şekilde devam etmekte :) Kendisi her ne kadar Türkiye'den çekmese de (bi Tiziano Ferro kadar olamadı yani!!) benim her daim kapsama alanım içinde artık :)))

Şimdi internette açıp baksanız Jovanotti'yi hip-hop şarkıcısı diye okursunuz. Cık cık cık! Aslında onun müziğinde rock, pop, jazz, funk, rap hepsi var. Müzik içinde müzik var, her dinlediğinizde keşfedeceğiniz yeni şeyler var. Sözler zaten dinle dinle içinde kaybol türünden. Adam dünyanın en karmaşık, en protest müziğini de, en sade, en yalın aşk şarkısını da aynı güzellikte yapabiliyor. Dünyanın her yerinden iyi müzisyenlerle, harika melodiler ve ritimlerle, farklı enstrümanlarla nefis bir iş çıkartıyor. Aynı zamanda dünya meselelerine de hassas (Bono'nun iyi dostu zaten), çok da mutlu bir aile babası. E sevimli, içten, esprili, maceracı... :)) Daha ne olsun ki?

Sadece müziğiyle değil yaptığı herşeyle, kısaca "şu hayattaki duruşu" ile beni kendine hayran bırakan Lorenzo "Jovanotti" Cherubini’yi sizlere takdimimdir! Bu, kendisiyle ilgili henüz ilk yazımdır.

Şimdi gel de güzel memleketimde youtube'a erişimin yasaklanmış olmasına kahrolma! :(

Şimdilik Jovanotti'nin kendi internet sitesindeki videolar arasında bir tur atın:

http://www.soleluna.com/video/index.php
Ben bunların içinden "mi fido di te" ve "ti sposero"ya bayılıyorum. Daha hareketli birşey için "tanto tanto tanto" veya "falla girare" denenebilir. Daha cüretkar ve muzır bir videoklip isterseniz "do d'freak"i mutlaka izleyin! Hatırlamak isteyenler için, yazımıza ismini veren meşhur "l'ombelico del mondo" da var. En son ve bence en güzel albümü "Safari"den birşey konmamış henüz buraya. Neyse, onlara da sonra bakarız.

Aslında her şarkıyla ilgili söylemek istediğim şeyler var, sözlerinden mütevellit... Ama onları da sonraya bırakıyorum. Daha bu konuda çok başınızı şişiricem nasıl olsa. :)

Şimdilik hoşçakalın!

(Fotoğraflar http://www.soleluna.com/ 'dan alınmıştır.)

***************

L’Ombelico del Mondo

Era una sera di maggio nel 1996. La casa era affollata con gli amici. (Poverina era gia di 50 m2, al massimo! :)) Alcuni si incontravano li con i suoi ragazzi, alcuni venivano per usare il computer, altri la frequentavano soltanto per bere le nostre birre. Non mancavano neanche un gatto (Firuze) ne un cane (Clouseau)... Noi 3, avendo scappato di casa, andavamo verso Istiklal salendo Kazancı Yokuşu. Dopo un mese, Istanbul avrebbe ospitato "Habitat" Summit di United Nations e questo era il fatto gravissimo in quei giorni! Cercavano di truccare Istanbul in fretta! Cambiavano i pavimenti di Istiklal (da ora in poi' lo fanno sempre :)) e potevamo avvanzare saltando sui buchi. Da ogni negozio alzava un'altra canzone ad altissima voce, da un certo punto non si sentivano piu'. Ma una di queste canzoni ci e' catturata! Con il ritmo bollente ed il video interessante era una canzone famosissima allora... Salivamo esattamente le scale di Rumeli Han per la sala di biliardo al primo piano quando Tolga ci ha fatto la domanda: -Sapete che cosa significa l'ombelico del mondo? –Nooo –Significa "dünyanin göbek deliği" (in Turco).

"Dünyanın göbek deliği"! Che bello! Mi e' piaciuto molto. La canzone: "L'ombelico del mondo", il cantante: "Jovanotti".

Questa era la prima volta che ho incontrato Jovanotti!

Ed e' diventata la canzone di quell'estate. L'abbiamo ballata, l'abbiamo vista su MTV spesso. Ed e' stato tutto quello che abbiamo potuto sentire da Jovanotti.

E dopo sono passati anni... E' cambiata l'agenda. Lavori, case, matrimonio, bambino, etc... Sono cresciuti i ragazzi, sono evolti i gusti. L’ombelico del mondo e Jovanotti sono rimasti nel passato, con la stessa nostalgia della vacanza di primavera.

Dopo anni, un giorno a Roma l'ho incontrato di nuovo in una libreria! Il suo ultimo album era numero uno in Italia, l'ho comprato... Confesso che non l'ho ascoltato subito. Dopo qualche settimana, quando l'ho ascoltato, sono stata colpita dalla musica! L'ho ascoltato un altra volta, e dopo un altra volta... Mi piaceva piu' ogni volta e cosi ho continuato ad ascoltarlo. Ho scoperto altre melodie in una melodia, altri ritmi in un ritmo, altri significati in un significato. E piano piano sono diventata dipendente da quella musica.

E cosi, Jovanotti e' rientrato nella mia vita con il suo album "Buon Sangue"! Quel ragazzo coi capelli grandi che ha vibrato il mondo una volta, era maturato, avendo suo stile distintivo... Lui aveva trovato se stesso nella sua musica, e dopo ha ritrovato me!

Da ora in poi' la nostra amore continua con passione :) Nonostante gli ostacoli, che lui non sia famoso, neanche conosciuto in Turchia (non e' un Tiziano Ferro!! :)) e non sia facilmente raggiungibile, lo seguo io con piacere.

Allora, se ricercate Jovanotti su internet, vedete che la maggiorita' dei siti lo presenta come un cantante di hip-hop. Ma nella sua musica si puo trovare rock, pop, jazz, funk, rap, tutto... C'e' la musica dentra la musica. Ogni volta si ascolta, si scopre qualcosa nuova. E i testi sono da perdersi a dentro. Lui puo protestare con la musica piu' complicata, ma anche puo fare la canzone d’amore piu' semplice e bella. Crea una meraviglia con altri bravi musicisti del mondo, con le melodie fantastiche, con i ritmi sorprendenti e gli strumenti vari. Nel frattempo, lui si interessa dei problemi sociali e politici (e' un buon amico di Bono), inoltre e' il padre di una famiglia bella. E' simpatico, sincero, coraggioso, comico... Manca qualcosa? :)

Ecco cosi vi presento Lorenzo "Jovanotti" Cherubini, che adoro non solo per la musica, ma per tutto quello che fa. Questo e' solo il primo post su di lui. Ci saranno (mille) altri! :)

Com'e' possibile non sentirsi distrutto che e' vietato accesso a youtube in Turchia! :(

Per adesso, fate un giro tra le video nel sito di Jovanotti:

http://www.soleluna.com/video/index.php

Tra queste canzone mi piacciono molto "mi fido di te" e "ti sposero". Per qualcosa piu' viva si puo provare "tanto tanto tanto" o "falla girare". Se volete vedere un video coraggioso e comico, non perdete "do d'freak"! Per coloro che hanno bisogno di ricordarsi, c'e'anche la famosa "l'ombelico del mondo". Non hanno messo ancora nessun video da "Safari", il suo ultimo album e l'album piu bello secondo me. Allora, vediamoli dopo.

Ci sono qualche cosa che vorrei dirvi su ogni canzone, dai testi... Ma lascio anche loro ai successivi (mille) post su Jovanotti!

Ciao!

(Le foto sono dal sito http://www.soleluna.com/)